23 Ocak 2012 Pazartesi

ceylan'dan pastoral senfoni; bir zamanlar anadoluda

nuri bilge ceylan sinemasıyla ilişkimiz uzak'la tepe noktasına ulaşıp -ilk görüşte aşk-, iklimler'le fazlasıyla kişisel olmasına rağmen anlayış ve bekleyişle devam etmiş, baştan sona harika fotoğraf karelerinden ibaret hissinin film boyunca peşimizi bırakmadığı üç maymun'da ise yerini endişeli bir bekleyişe bırakmıştı. üç maymun zor bir işti ve belirleyici olamazdı çünkü arka arkaya sıralanmış harika fotoğrafların işe yaramayacağı durumlardan biri de söz konusu fotoğraflar eşliğinde hareketli bir şehirde kuyruğuna teneke bağlanmış kediler gibi çaresizce koşuşturan, günün üç vaktinde üç maymundan birer tanesini oynayıp ilişkilerini yalanlar üstüne inşa eden insanların hikayesini anlatmak olabilir. şehir hayatı o fotoğrafları o hengamede araya sıkıştırıp anlamlar yüklemek için uygun mekanlar değildir, daha geniş zamanlar ve geniş mekanlar gerektirir.

bir zamanlar anadoluda bu bekleyişi sonuçlandırmak açısından önemliydi (aslında hayalkırıklığı yaratan üç maymun'a rağmen katilin bahçıvan mı şoför mü olduğunu biliyorduk). nitekim bir zamanlar anadoluda'da katilin kim olduğunu ve suç ortaklarını -jenerikler dahil- ilk 5 dakikada öğreniyorsunuz. filmin 157 dakika olduğunu düşündüğümüzde tek derdi katilin kim olduğunu öğrenmek olanlar için sonrasında işkence dolu dakikalar başlıyor (hıncal uluç, engin altan düzyatan vs. vs.) 12 saatlik bir zaman dilimini anlatan devamında ise taşrada görevli bir savcı ve doktor arasındaki gerilim anlatılıyor. hikayenin uzun bir zaman dilimine yayılması ve şehrin sıkışmışlık hissi veren havasından uzakta, taşrada bir kasaba ve köyün etrafında geçmesi yönetmenin (üç maymun'da işe yaramayan) her biri birer sanat harikası olan fotoğraf karelerini filme esaslıca giydirmesine ve ortaya son 10 yılın (ve uzak'tan sonra yolunu bulmaya çalışan ceylan sinemasının) ilk büyük eserini çıkarmasına yardımcı oluyor.





















senarist ercan kesal'ın doktorluk yaptığı bir dönemde kırıkkale'nin bir kasabasında işlenen bir cinayet ve soruşturma sürecinden esinlendiği filmde, kurbanın sözde otopsisi sürecinde savcı ve doktor arasındaki soğuk savaş işlenirken aslında savcının geçmişine dair (savcının ölen karısının) bir otopsi yapılıyor.

üç maymunda yavuz bingöl ile başlayan yanlış oyuncu tercihi, bir zamanlar anadolu'da yılmaz erdoğan ile devam etmiş. özellikle muhammet uzuner ve reha erdem'in kadrolu oyuncusu taner birsel'in harika oyunculuklarının yanında yılmaz erdoğan'ın abartılı oyunu ve her seferinde başarısız olup ensesini kaşıyıp geri dönen rol çalma çabası film boyunca rahatsız ediyor. sadık izleyicileri olarak şahsi kanaatimiz iklimler'e kadar süregelen ceylan sinemasında yavuz bingöl ve yılmaz erdoğan'ın figüran olarak bile yer almaması gerektiğidir.

ceylan'ın yavuzturgullaşması

üç maymun'da, hacer'in(hatice aslan) başının dertte olduğunu anlamamızdan hemen sonra bir yeraltı geçidine girerken üzerindeki raylardan trenin geçmesini, ceylan'ın karakterin başının dertte olduğunu ayrica ima etmesi olarak yormuştuk. bir zamanlar anadolu'da ise benzer iki sahne var; ilki, katil, işbirlikçisi ve kurbanı son akşam yemeğindeyken bir tırın sağdan gelip ekranı tamamen kaplayarak görüntünün üzerinden geçtiği sahne (üçünün üzerinden bir tır geçmesi, üçünün de başının büyük belada olduğunu ima etmesi), diğeri ise doktorun otopsi sırasında yazdırdığı raporda kurbanın ölüm nedeni hakkında yanlış beyan vermesinden hemen sonra yüzüne kurbanın kanının sıçraması, böylece doktora da kurbanın kanının bulaştığını ima etmesi) yavuz turgul'un av mevsimi'nde hem gösterip hem ima ettiği onlarca sahneden sonra bu üç sahne neden? diye düşündürüyor. çünkü ceylan sinemasının  bu türden ikilemelere de ihtiyacı olmadığını biliyoruz.